Gürcistan Gerçeği: Emperyalizmin kıskacındaki komşumuz (*)
 
Hazırlayan: Hüseyin Altınalan
haltinalan@hotmail.com
 
Ortadoğu’dan sonra dünyanın en hareketli bölgesi Kafkasya’nın sıkıntılı, sarsıntılı, buhranlı, çalkantılı ülkesi Gürcistan…
Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan, günümüzde ise ABD ve Rusya’nın nüfuz mücadelesine sahne olan komşumuz Gürcistan…
Emperyalist güçlerin hedeflerine ulaşabilmek için etnik kimliği ön plana çıkararak, istikrarsızlık ve kaosa sürüklediği, zaman zaman da geniş çaplı şiddet sarmalı ile boğuşan, psikolojik harekata maruz kalan komşumuz…
70 yıl boyunca Rusya’nın tahakkümü altında kalıp 1991’de bağımsızlığını ilan etmesine rağmen bir türlü istikrara kavuşamayan, “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan ve tüm dünyayı kaosa sürükleyen bir doktrinin iştahını kabartan, ilgisini çeken ülke Gürcistan…
Demokratikleşme adı altında tek bir merkezin ortaya koyduğu planın ilk uygulandığı, Soros Vakfı’nın “Ulusal Demokrasi Fonları” adı altında verdiği paralarla Sivil Toplum Kuruluşları’nı, üniversitelerini, akademisyenlerini, sendikalarını, partilerini ve medya kuruluşlarını kullanarak, “ulusal çıkarları yerine kendi menfaatleri” doğrultusunda kullanmada başarılı olduğu ülke…
Gürcüce Sakartvelos Respublica denilen, Batılıların Georgia bizim ise Gürcistan olarak adlandırdığımız kuzey batı komşumuz, üç özerk cumhuriyetten oluşuyor. Yaklaşık yüzde 80’ini Müslümanların oluşturduğu başkenti Batum olan Acaristan,  başkenti Suhumi olan Abhazya ve başkenti  Tskhinval olan Güney Osetya. ülkede Gürcülerin yanı sıra Ruslar, Ermeniler ve Azeriler yaşıyor.
Gürcistan’ın Güneyi’nde Türkiye ve Ermenistan, Doğu ve Güney Doğusu’nda Azerbaycan, Kuzeyi’nde Rusya yer alıyor.
Gürcilerin devrime bakışı
Dünya, Gürcistan’ı daha çok kadife devrimle tanımıştı. ABD’nin demokrasiyi yerleştirme bahanesiyle enerjiye sahip ya da enerji koridorlarının geçtiği ülkelere yerleşme planı çerçevesinde gerçekleştirdiği kadife devrimler, halka verilen olağanüstü değişim vaatleriyle gerçekleşmişti. Soros vakıflarının akıttığı paralar ve medyanın güçlü desteği, her biri otoriter yönetimlerin kontrolü altında bulunan eski Sovyet cumhuriyetlerindeki yozlaşmış yönetimlerin getirdiği usanmışlıkla birleşerek kısa sürede iktidar değişikliğine yol açmıştı.
Neredeyse hanedanlığa dönüşen bu iktidarların ülkenin kaynaklarına el koymasından ve kendilerini de baskı altına almasından rahatsızlık duyan seçkinlerin de orta sınıflarla birlikte bu sürece dâhil olmasıyla iktidar değişiklikleri oldukça rahat ve hızlı bir şekilde gerçekleşmişti. Gürcistan’daki kadife devrimle başlayan BOP’un ya da bir diğer adıyla Genişletilmiş Ortadoğu Planı’nın Kafkasya-Asya etabı, Ukrayna ve Kırgızistan’daki turuncu devrimle devam etmişti.
Küresel medya, Sovyetler döneminde SSCB’nin en zengin bölgesiyken bağımsızlık sonrası dağılan cumhuriyetler arasında en fakir cumhuriyet olarak değerlendirilen Stalin Cugaşvili’nin memleketi Gürcistan’daki Batı destekli devrimi, el birliği ederek alkışlıyor, her şeyin yolunda gittiği yönünde dünya çapında yayınlar yapıyor.
Biz de bu gezimizde Batı tarafından desteklenen Saakaşvili tarafından devrilen Eduard Şevardnadze sonrası Gürcistan’da gelinen son noktayı mercek altına almaya çalıştık. Küresel medyanın sunduğu Gürcistan’ı değil “Gürcistan Gerçeği”ni öğrenmeye çalıştık.
Yaşanan devrim sonrası gelinen son noktayı,  halkın ekonomik durumunu ve kendilerini ne kadar özgür hissettiklerini, Ahıska Türkleri’nin ve diğer Müslümanların durumunu, dinlerini yaşama konusunda herhangi bir baskı ile karşılaşıp karşılaşmadıklarını, halkın ABD ve Rusya’ya bakışını inceledim. Sokakta, çarşıda pazarda, caddede dolaşırken halka, Eduard Şevardnadze sonrası dönemde, ülkelerinde ve yaşamlarında ne gibi bir değişiklikler yaşadıklarını sordum. Gerek sosyal gerekse siyasi bakımdan sunulanların doğru olup olmadığını gözlemleme fırsatı buldum. Ve çok çarpıcı, çok şaşırtıcı cevaplar aldım.
Kimileri; Saakaşvili’nin iktidara gelişiyle birlikte ülkelerinde çok önemli gelişmelerin yaşandığını, yatırımların arttığını, yolların, park ve bahçelerin yapıldığını, güvenlik sorunu diye bir sorunun artık olmadığını, rüşvet ve yolsuzlukların ortadan kaldırıldığı ifade ediyor.
Bazıları ise; “bir diktatörün devrilerek yeni bir diktatörün iktidara geldiğini”, ülkede yine kanun ve kuralın bulunmadığını, artık bürokrasi mafyasının borusunun öttüğünü, varoşların yine hizmet alamadığını, işsizliğin giderek arttığını, Gürcistan’da sanayi diye bir şeyin bulunmadığını, ülke kaynaklarının çar- çur edildiğini savunuyor.
Adının açıklanmasını istemeyen ve fotoğrafının çekilmesine izin vermeyen bir Gürcü ise ; “Devrimi alkışlayıcı ifadeler kullanan birçok kişi, tıpkı adımı söylemediğim gibi gerçek düşüncelerini gizliyorlar. çünkü mevcut yönetim aleyhine konuşmaları durumunda başlarına kötü şeyler gelebileceğini düşünüyorlar. Bunda da haksız değiller… Mesela benim tanık olduğum şu olayı yaşasanız siz ne yapardınız?” dedi.
Ve hiddetli bir biçimde anlatmaya devam etti:
“Bir gün minibüsle evime gidiyordum. Şoför yanındaki yolcuya ‘o gençlerle neyi tartışıyordun’ diye sordu.
Yolcu da gülerek, “Gençler Saakaşvili’yi övüyorlardı, ben de onun övülecek biri olmadığını, artık Gürcistan’ın en büyük mafyasının Saakaşvili olduğunu söyledim” diye cevap verdi.
İnanın çok geçmeden minibüs sivil giyimli birileri tarafından durduruldu. Ve o yolcu araçtan apar topar indirildi. Artık yönetim muhalifi yolcudan bir daha haber alınamadığı belirtildi.”
Kısa bir süre duraksadıktan sonra hüzünlü ve sitemli bir edayla“Böyle bir tatsız anısı olan ya da çevresinde bu tür olayların yaşandığını duyan birisi, eğer muhalifse gerçek düşüncesini söyler mi? Dolayısıyla size tavsiyem, insanların ifadelerinden daha çok gözlemlerinizi ortaya koyarsanız Gürcistan hakkında daha sağlıklı ve daha doğru bilgi sahibi olursunuz” dedi.
Bu uyarıları dinledikten sonra halkla sokakta, parkta, kafede yaptığım sohbetlerde, bazı insanlar, şaşırtıcı bir biçimde komünizm döneminin özlemi içerisinde olduğunu ifade ederek, mevcut hükümete tepkisini dile getiriyordu.
“Doğru,  komünizm yıllarında ülkede özgürlük yoktu, ama işsizlik de yoktu. Bugün komünizm yok, ama bizi bezdiren, ‘yeter artık’ dedirten bir işsizlik, eğitim ve sağlık sorunları var. Hükümetin mafyadan farkı yok” diyorlardı…
Halkla yaptığım konuşmalara göre, herkes şu ortak noktada buluşuyordu; “Gürcistan’da şehirlerin güzelleşmesi için geçmişe oranla hizmete dönük yatırımların arttı. Daha da önemlisi eskiden hava karardıktan sonra sokakta tek bir kişiye rastlanmıyor, zorunlu olmadıkça hiç kimsenin sokağa çıkmıyordu. çünkü soyulma riski çok yüksekti. Gangster kılıklı insanlar, akşam saatlerinde cirit atıyordu.  Ancak devrim sonrası bugün böyle bir endişenin kalmadı. Ayrıca, sıradan rüşvet olayları Saakaşvili yönetimiyle birlikte ortadan kalktı”
2
Bir diktatör gitti, diğeri geldi
“Şevardnadze döneminde mafya vardı, şimdi ise farklı bir mafya. Yani değişen sadece kişiler. O gün var olan mafya sistemi bugün de devam ediyor. Şimdiki mafya, siyasi ve politik bir mafya. Yani sistem; mafya mantığıyla yürüyor. Zaten, burada insanları rahat ve düzenli bir şekilde yaşatmak için yeterli kanun da yok. Gürcistan’da o dönemde olduğu gibi bugün de yasalar uygulanmıyor, kanunlar olması gerektiği bir biçimde işlemiyor. Kanunlar iktidar için başka, kendileri dışındakiler için başka işliyor. Hukuk olması gerektiği şekilde uygulanmıyor. Saakaşvili iktidara gelmeden önce, onun hakkında çok olumlu şeyler düşünüyorduk, ama şimdi farklı düşünüyoruz.”
Bu sözler aynı zamanda tıp doktoru olan Gürcistanlı işkadını Dr. Lili Morchadze’ye ait…
Morshadze’nin bu kadar açık ifadeler kullanması karşısında şaşırıyor, “Şevardnadze’nin devrilmesi ve Saakaşvili’nin iktidara gelmesi dolayısıyla halka yansıyan olumlu bir değişim olmadı mı?” diye soruyorum.
“Biz artık şunu gördük; hükümettekilerin tek derdi para yemek. Başa kim geçerse tüm gücünü bunun için kullanıyor, ülkenin kaynaklarını sömürmeye çalışıyor. Gürcüler, Şevardnadze’yi diktatör diye biliyordu, ama şimdi asıl diktatörün Saakaşvili olduğunu gördü.”
Kendinden emin, hiçbir endişe taşımaksızın cevaplar veriyordu.
“Ekonomik bakımdan değişen bir şey de olmadı mı?”
“Gıda ürünleri o dönemde de pahalıydı, bugün de pahalı. Petrol fiyatları da öyle... Politikacılar rahat içerisinde yaşamlarını sürdürürken halk çok fakir. Hayat şartları gerçekten çok zor. Ev fiyatları olağanüstü bir biçimde yüksek. Eğitimli insanlar iş bulamıyor. Doktorlar, avukatlar, mühendisler ve bunun gibi yüksek öğrenim mezunu çok sayıda kalifiye insan işsiz ve çok zor durumda...”
Emperyalistlerin mücadele alanı içerisinde yer alan Gürcistan hiçbir dönem rahat bırakılmadı. Dış güçler, isteklerini daha rahat elde edebilmek için ülkede kaos çıkarmaya çalıştı. Dolayısıyla bu konudaki görüşlerini de almak istiyor, sözü dış politikaya getiriyorum.
“Amerika, Karadeniz’e savaş gemilerinden oluşan bir güç yerleştirme çabası içerisinde… Saakaşvili’yi de Amerika’nın iktidara taşıdığı biliniyor.  Bunlar sizi rahatsız ediyor mu? Bu arada, Rusya ile zaman zaman ciddi sıkıntılar da yaşıyorsunuz”
“Halkımız, ABD’nin Amerika’nın Rusya’yı bölgeden çıkarmasını istiyor, ama ABD varlığından da hoşlanmıyorlar. Onlardan da rahatsızlar. Gürcü halkı, Amerikalıları tanımadığı için onlardan endişe duyuyorlar ve sevmiyorlar. Yani bu sorun politik değil, daha çok sosyal bir mesele.”
“Türkiye” diyorum ya da “Türk insanı denince aklınıza ne geliyor” diye soruyorum.
Türkçe konuştuğumuz Lili Morchadze “Ben şahsen Türkleri çok seviyorum. Türkler ve Gürcüler, öncelikle aynı kültürün insanları. Buraya çok sayıda Türk geliyor. İki halk arasında bir problem yok. Türk devleti ve politikasına karşı da olumlu bir bakış var burada. Ayrıca, Türkiye’nin izlediği ılımlı politikayı beğeniyoruz.”
“İsrail ile bir arada yaşamak büyük sorun”
Gürcü halkı, İsrail hakkında ne düşünüyor diye merak ettim.
“İsrail, ABD ile aynı politikaları güdüyor. İsrail’in Ortadoğu’daki bütün devletlerle sorunu var. Uluslar arası hukuku çiğnemekten kaçınmayan bu devletle bir arada yaşamak büyük bir problem.”
Zaman zaman öfkeli tonla konuşan, vakur tavırlarıyla dikkat çeken Moschadze’ye, “çok sert ifadeler kullanıyorsunuz. Sizin muhalif bir partiyle ilişiğiniz var mı?” diyorum.
“Hayır. Ben politikayı pek sevmiyorum. Ayrıca buradaki siyaset mafyanın elinde. Bu da girmek istemeyeceğim bir alan” diyor.
“Gürcü halkı diline sahip çıktı”
Azerbaycan’da bulunduğum süre içerisinde genç-yaşlı demeden herkesin Rusça konuşmaya çalıştığını gözlemlemiş, bu duruma çok şaşırmış, adeta Rusya’daymışım gibi bir hisse kapılmıştım. Azerilerin niçin bu denli Rusça konuşmayı tercih ettiğini sorduğumda, “Azerbaycan’da Rusça konuşabilmek seçkinlik olarak görülür. Eğitimli ve diploma sahibi olduğunu göstermek istiyorsan Rusça konuşmalısın” cevabını almıştım. Televizyonlarda orijinal Rusça filmlerin ve programların yayınlandığını, kitapçıların raflarında Azeri Türkçesi’nden daha ok daha fazla Rusça eserlerin yer aldığını görünce üzülmüştüm.
Oysa Gürcistan’da Rus asıllı olanların dışında Rusça konuşana hiç rastlamadım. Gürcistan’ın liman kenti, Acara özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Batum’a Gürcü müziği eşliğinde giderken yolcuların sadece Gürcüce konuşmaları dikkatimi çekmişti.
3
Bu nasıl dost böyle?
Batum’a vardığımda da durum değişmedi. Herkes Gürcüce konuşuyordu. Gün boyu bana rehberlik eden Aslan Sharashidze de “ Gürcü halkı çok milliyetçidir.  Bu yüzden hiçbir dönem Rusça’ya yönelmedi” diyerek, ben de oluşan kanaati pekiştiriyor.
“Ben de o zaman ‘Trabzon’a kadar, Trabzon’da dahil olmak üzere bizimdi’ derim”
 Karadeniz’in güzel kenti Batum’un üsten görüntüsünü çekmek üzere adını hatırlayamadığım bir tepeye vardığımda, muhteşem manzarasını görünce, “Osmanlı, burayı hiç terk etmemeliymiş” diyerek Aslan’ın nabzını ölçmek istedim. Bu sözüm üzerine milliyetçilik damarı kabaran Aslan, “öyle demeyin… Ben de o zaman ‘Trabzon’a kadar, Trabzon’da dahil olmak üzere bizimdi’ derim” ifadesini kullandı. Aslan’ın espirili tepkisi, yönetimin ve bir anlamda halkın bilinçaltını yansıtıyordu.
 Bu sözler ayrıca bana, Dünya Gündemi gazetesinde yer alan Gürcistan Devlet Başkanı Mikhail Saakaşvili’nin verdiği demeçleri hatırlattı.
Saakaşvili, 1992 yılında şunları söylüyordu: “Türkiye-Gürcistan sınırını belirleyen 19 Ekim 1921 tarihli “Kars Anlaşması ile 1992 tarihli Türkiye-Gürcistan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” adil değildir ve Gürcistan’ın menfaatlerine aykırıdır. Türkiye-Gürcistan sınırını belirleyen Kars Anlaşması ile Gürcülerin yaşadığı ve Gürcistan’a verilmesi gereken bazı topraklar Türkiye’ye bırakılmıştır. 1992 tarihli Dostluk ve İşbirliği Anlaşması, Kars Anlaşması’nın tekrar onaylanması anlamına gelmektedir. Anlaşmanın imzalanması sırasında Türk tarafı Kars Anlaşması’nı tekrar onaylatmak maksadıyla aşırı baskı yapmıştır. Gürcü yetkililer ise karşı yönde bir çaba göstermeden anlaşmayı imzalamıştır.  
Kars Anlaşması’nda Acaristan’a özerklik verilmesi yönünde bir madde bulunmaktadır. Bu da Türkiye’nin işgal ettiği Gürcistan topraklarını bazı şartlar ile Gürcistan’a geri verdiği anlamına gelmektedir. Böylece Türkiye Acara’daki haklarını koruma altına almıştır. Kars ve Dostluk Anlaşmalarında azınlık hakları tek taraflı ele alınmıştır. Türkiye’de yaşayan Gürcü azınlığa hiç bir hak verilmemiştir. Türkiye, ülkesinde yaşayan azınlıklara verilen haklar konusunda zaten uluslararası normlardan çok uzaktır. Hatta kısa süre öncesine kadar ülkesinde azınlık bulunduğu gerçeğini dahi inkâr etmiştir. Topraklarında yaşayan Gürcü azınlığın Gürcistan ile yakınlaşmasına şüphe ile yaklaşmaktadır. Gürcülerin yoğun olduğu bölgelere giden şahısları silah tüccarı olarak suçlamakta ve adi kriminal olaylar olan silah ticaretinde bile siyasi neden aramaktadır.
Türkiye’nin diğer bölgelerinden, Gürcü nüfusun yoğun yaşadığı bölgelere göçler yaşanmaktadır. Bu da Türkiye devletinin, Gürcülerin ayrılıkçı fikirler beslediğinden şüphelendiğini göstermektedir. Türkiye’nin Acaristan’da Kıbrıs benzeri bir senaryoyu oynamamasını temenni ediyorum. Türk ordusu Kıbrıs’ı işgal etmiştir. Türkiye’deki mevcut hükümetin Acara konusunda böyle bir harekete tevessül edeceğini tahmin etmiyorum. Ancak hükümetler değişecektir. Dolayısıyla gelecek hükümetin ise ne düşüncede olacağı bilinemez.1921 tarihli Kars Anlaşması’nın geçersiz kılınması için tek bir gerekçe vardır, bu da Anlaşmanın Gürcistan işgal altında iken Türkler ve Ruslar arasında yapılmasıdır. Uluslararası kanunlar bu tarz anlaşmaları geçerli kabul etmez.”
Bu ifadeler, her ne kadar 1992 tarihinde sarf edilmiş olsalar da, Saakaşvili’nin 4 Ocak 2004 tarihi itibariyle Devlet Başkanı olması nedeniyle, bugünkü Gürcistan Yönetimi’nin Türkiye’yi nasıl algıladığını yansıtması açısından önem arz etmektedir.  Dolayısıyla, Türkiye’nin Gürcü yönetiminin kendi toprak bütünlüğünü korumak gayretlerine verdiği destek ile Saakaşvili’nin ülkemizin toprak bütünlüğüne tehdit içeren bu tür yaklaşımının bulduğu karşılık bu olmamalı ve uygulanan politikalar mutlaka sorgulanmalıdır.
Gürcistan’ın üzerinden kara bulutlar hiç eksik olmuyor
Rusya, ABD’nin tüm politik manevralarına rağmen stratejik konumu itibarıyla yıllardır arka bahçesi olarak gördüğü Gürcistan’dan vazgeçecek gibi görünmüyor. ülkede bulunan bağımsızlık yanlısı grupları destekleyerek nüfuz alanını genişletmeye çalışıyor.
Etnik ayrılıkları körüklemek, emperyalist güçlerin alışılagelmiş öteden beri uyguladığı bir tarz. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi Gürcistan’da da bunu uyguluyorlar. Bazıları bunu demokrasi havariliği altında yaparak, söz geçireceği kişileri yönetime getirmeye çalışarak yapıyor. Bazıları da farklı metotlar kullanarak…
Rusya, ABD’nin tüm politik manevralarına rağmen stratejik konumu itibarıyla yıllardır arka bahçesi olarak gördüğü Gürcistan’dan vazgeçecek gibi görünmüyor. ülkede bulunan bağımsızlık yanlısı grupları destekleyerek nüfuz alanını genişletmeye çalışıyor.
Enerjiye sahip ya da enerji koridorları üzerinde bulunan ülkeleri tahakkümü altına sokmak amacıyla askeri müdahale dahil her türlü yola başvuran, son 10 yılda yapılan tüm seçimlerde Texas'lı petrol şirketleri'nin en çok para yatırdıkları aday olan Bush liderliğindeki ABD ise, aradığı-hedeflediği özellikleri taşıdığı için Gürcistan ile siyasi ve askeri ilişkilerini geliştiriyor. Bu doğrultuda, Moskova’dan uzaklaşması için Tiflis’e AB ve NATO üyeliği konusunda tam destek veriyor.
Gürcistan, enerji koridoru üzerinde bulunmasının yanı sıra Karadeniz’e komşu olması dolayısıyla da Washington’un ilgisini çekmektedir. ABD’nin Türkiye'yi çepe çevre kuşatma, Kafkaslar'a ve Balkanlar'a yakınlaşma, Rusya’ya kolayca müdahale edebilme planları dolayısıyla Karadeniz’e hakim olma hedefi dolayısıyla, Gürcistan’a yakın ilgi göstermektedir. Hatırlayacak olursak; Irak'ı işgal ederek Güney'den, Ermenistan ile Doğu'dan, kadife devrimlerle kontrolünü ele aldığı Gürcistan ve Ukrayna ile Kuzey'den, üs kurma konusunda anlaştığı Romanya ve Bulgaristan ile Batı'dan Türkiye'yi çembere alan ABD, NATO şemsiyesi altında Karadeniz'e inerek kuşatmasını tamamlamak istiyor. Washington’un bu niyetinden rahatsız olan Rusya ve Türkiye ise, ABD’nin bu planlarına karşı ortak hareket ediyor.
Hal böyle olunda, sonuç itibariyle ABD’nin tahakküm kurmak için her yolu denediği, Rusya’nın da yıllardır arka bahçesi olarak gördüğü için bu ülkeden kolay kolay vazgeçmesi söz konusu olmadığından Gürcistan’ın tepesinden karabulutlar hiç eksik olmuyor…
Cennet gibi denilen kent Batum
Adı belleğimde çocukluk yaşlarımda yer eden Karadeniz’in güzel kenti Batum… Gürcülerin deyimiyle Batumi… Acaristan özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Batum… Trabzonlu, Rizeli ya da Artvinli yaşlılar, Batum’dan söz ederken mutlaka bir büyüğünün bu kentle olan anısından, bölge halkının gurbet yeri olduğundan söz ederler. Bu yüzden Batum, her zaman görmek istediğim bir kentti, benim için…
Tabiat bakımından adeta doğanın içinde bir cennet… Bir tarafta yemyeşil bitki dokusu, diğer tarafta masmavi bir deniz, alabildiğine kumsal, kilometrelerce uzanan bir sahil, ancak rüyalarda görülebilecek manzaralara sahip olan Batum, çok uzakta değil, Artvin’in kıyısında… çok yakınımızda… Eşsiz botanik bahçeleriyle, yeşiliyle, deniziyle, sıcakkanlı insanlarıyla kendisine hayran bırakan bir kent…
Düz arazi yapısı, geniş cadde ve bulvarlara sahip Batum’un sahil parkı çok geniş ve bakımlı. Bambu, palmiye gibi ağaçlar yetiştirilen park seyirlik ve eğlencelik olarak düzenlenmiş. Yaklaşık 120 bin metrekareye kurulu, içinde binlerce bitki ve ağaç türü bulunan Botanik parkı insanı gerçekten kendisine hayran bırakıyor ancak bakımsızlığı da gözler kaçmıyor.
Batum’da yabancı olduğunuzu ya da başka bir ülkede bulunduğunuzu hissetmiyorsunuz. Adım başı Türkçe konuşan insana rastlıyor, Müslümanlarla karşılaşıyor, başörtülü bayanları görebiliyorsunuz.
Bir başka nokta da Batum ile aramızdaki tarihi ve siyasi bağ eskilere dayanmakla birlikte günümüze değin sürüyor. çünkü, bilindiği gibi Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanan Kars Antlaşmasının 6. maddesine göre, Türkiye, Batum ve çevresini (Acaristan’ı), buradaki halkın dini ve kültürel haklarını gözeten bir özerk yönetim sağlanmak ve burada halkın rızasına uygun bir arazi kullanımına imkan vermek, ayrıca Batum limanından serbestçe yararlanmak şartlarıyla Gürcistan'ın yönetimine devretmiştir. Bu şartlar nedeniyle Türkiye, Acaristan’ın özerkliğinin garantörü konumundadır.
5
Gürcüler hızla Hıristiyanlaştırılıyor
Müslümanların yaşadığı eski Sovyet cumhuriyetlerinde, ülkemizde ve Afrika’da olduğu gibi, Gürcistan’da da misyonerlik çalışmalarıyla güçlü bir Hıristiyanlık propagandası yapılıyor.
Misyonerler cirit atıyor
Yaklaşık yüzde 80’inin Müslüman olduğu belirtilen Acaristan’ın başkenti Batum’da yükselen değer olan Hıristiyanların sembolleriyle her köşe başında karşılaşabiliyorsunuz. Saakaşvili yönetimiyle birlikte tepelere, köy ve kasaba girişlerine ülkenin her yerine kocaman haç dikilmekte ve yeni kiliseler inşa edilmekte. Gürcü Hıristiyan bayanların hemen hemen hepsinin de boyunlarına haç taktığını, hatta bazılarının kolyelerinin çok abartılı olduğunu görüyorsunuz.
öte yandan, Müslümanların yaşadığı eski Sovyet cumhuriyetlerinde, ülkemizde ve Afrika’da olduğu gibi, Gürcistan’da da misyonerlik çalışmalarıyla güçlü bir Hıristiyanlık propagandası yapılıyor. Yine yukarıda belirtmiş olduğum gibi, söz konusu bölgelerde olduğu gibi yoksulluk ve açlık dolayısıyla oluşan zaaftan yararlanarak, para vaatleriyle halkı Hıristiyanlaştırmaya çalışıyorlar. Propagandalarını ise; “siz aslında Hıristiyan’dınız, Osmanlı sizi zorla Müslüman yaptı. Asıl dininize geri dönün” şeklindeki telkinler üzerine kuruyorlar. Bunda da medya etkili bir biçimde kullanıyorlar. Daha önce Dünya Gündemi’nin dikkat çektiği gibi, Gürcistan geneline yayın yapan MZE, IMEDI ve RUSTAVİ-2 isimli TV kanallarından muhabirler, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’daki köylerimize gelerek, halka yanıltıcı sorular sormakta, onlara Gürcü olduklarını söylettirmekte ve bu röportajları da kanallarında yayınlıyorlar. Sorulan sorularla; Gürcistan’da yaptıkları gibi “Türkiye’de yaşayan Gürcü halkının da Osmanlı İmparatorluğu döneminde zorla Müslümanlaştırıldığı” mesajını vermeye çalışıyorlar. Ve hala TV kanallarında; “Türkiye’deki eski Gürcü yerleşim birimleri ile kiliselerin bakımsız ve korumasız durumda olduğu, tarihi yapıların depo, dükkan, hamam ve benzeri amaçlarla kullanılarak tahrip edildiği” yolunda yayınlar yapılıyor. Hatırlanacağı üzere Gürcistan Patriği II.İlia’nın da; “Türkiye’nin, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde kullanılamaz halde bulunan Gürcü Kiliseleri’ni restore etmek ve yenilerini de açarak faaliyete geçirmek istediklerini ve bunun Devlet Başkanı Saakasvili’nin talimatı gereği olduğunu” belirten resmi beyanları da bulunuyor.
Müslümanlar dinlerinde özgür (!)
Sokakta karşılaştığım Müslüman kimliği taşıyan insanlar olsun, Kur’an Kursu hocaları olsun, Acaristan Diyanet İşleri Başkanı olsun, kimsenin dini yaşamları konusunda herhangi bir baskı ile karşılaşmadığını, Müslüman kız çocuklarının başörtülü olarak okula gidebildiklerini söylüyorlardı. Ancak, bütün bu açıklamalara rağmen Gürcistan’da bulunduğum süre içersinde hiç ezan sesi duymadım. Bu durumu sorduğumda, “Sadece ezanın köylerde sesli olarak okunduğu” cevabını verdiler. Bir Müslüman şehri olan Batum’da ibadete açık bir tane camiye karşılık, altı tane kilise olması, kiliselerde çan çalarken, yönetimin izin vermemesi üzerine minareden ezan okunmaması, onlar her ne kadar itiraf etmese de Müslümanların dini özgürlüklerinin boyutunu çok iyi bir biçimde ortaya koyuyor, aslında.
6
Ahıska Türkleri nerede?
Ahıska Türkleri’nin önde gelen isimlerinden biri Avukat İbrahim Gazigil’e bu soruyu sorduğumda, “500 aile 1975’te oraya gitti. Bunlar Gürcülüğü ve Hıristiyanlığı kabul ettikleri için kabul edildiler. Diğerleriyse bu şartı kabul etmedikleri için, Azerbaycan’a ve diğer ülkelere geri gittiler. Aynı olay şu anda da yaşanıyor. Benim bildiğim üç aile var. Bunların nüfus kâğıdı ve pasaportunda Hıristiyan yazıyor” cevabını verdi.
Gürcistan’a gitmeden önce, bu ülkedeki sosyal ve etnik yapıya ilişkin bilgi almak için kendisini telefonla aradığımda “ Hele sen bir git, döndüğünde gözlemlerin ışığında konuşuruz” demişti, İbrahim Gazigil.
Avukat İbrahim Gazigil, Ahıska Türkleri’nin önde gelen isimlerinden biri… Gürcistan dönüşü Ankara’ya uğrayarak, sürgüne gönderilişleri, çileleri destanlaşan Ahıska Türkleri’nden hiçbir kimseye bulunduğum bu süre içerisinde niçin rastlayamadığımı konunun uzmanı Gazigil’e sorduğumda,  “Bunun sebebini anlamak için geçmişe dönmek gerekir” diyerek anlatmaya başladı:
 “1829’da Osmanlı-Rus savaşından sonra bölge, Rus İmparatoru’nun eline geçti. O dönemde şehrin nüfusu tamamıyla Türklerden oluşuyordu. Ama o tarihten sonra, orada sağ kalanlar Osmanlı ordusuyla birlikte çorum, Tokat, Zile vb. geri çekildi. O bölgeye buradan, isyankâr Ermenileri götürdüler. Daha sonra devlete ihanet eden bu Ermeniler, Türklerin mallarına mülküne el koydular. çeşitli haklar tanıyarak Rusların bölgeye Ermenileri yerleştirmesinin ardından I. Dünya Savaşı’nda, yine aynı oyunlar oynandı. Yine Osmanlı yenildi.
O dönemde, bölgede 50-60 bin kadar Türk öldürüldü. Bu yalnızca Ermenilerin gerçekleştirdiği katliam gibi görünür, ama aslında Gürcülerin de bu katliamda rolü vardır. Ama Türkiye’de bu gerçekten hiç söz edilmiyor. Tabii ortada bir psikolojik savaş var: Türkler Ermenileri, Ermeniler de Türkleri suçluyor. Eski Belediye Başkanı olan Ermeni Dr. Zorians, Ahıska’da Ermenilere: “Elinde çapalarla savaşan Türkleri, İngilizlerin verdiği top ve tüfeklerle mi öldüreceksiniz? Sonra hamileri geldiğinde onlara ne cevap vereceksiniz” diyor. Ahılkelek’te de aynı şeyi söylüyor ve “Müslümanlara, Türklere dokunmayın”diyor.  Ahılkelek’te bir şey yapamıyorlar, ama Ahıska’da katliam yapıyorlar. üç ay sonra Osmanlı ordusu talep üzerine Bakü’ye giderken Ahıska’ya da uğruyor. Gürcüler, Osmanlı ordusunu ikiyüzlü bir tavırla, sevinçle karşılıyorlar. Böylece yapılan katliamın anlaşılmamasını sağlıyorlar. Ordu da onlara dokunmuyor. Ama ordu Ahılkelek’e geldiği zaman hesap soruyor. Osmanlı ordusu o bölgede 8 ay kadar kalıyor ve bir kısmı da Bakü’ye gidiyor… Bu arada ortaya Gürcü Menşevikler çıkıyor. Bunlar, Türk ordusu çekildikten sonra Ardahan’da, Kars’ta şiddete yöneliyorlar. Bizim orduda da bunun sonucunda ‘Gürcü’nün geçtiği yerde ot bitmez’ şeklinde bir deyim türetiliyor ki,  bu da yaşanan şiddeti çok güzel şekilde anlatmaktadır. Gürcüler insan öldürmüyor, ama köyleri yakıyor, hayvanları öldürüyor, evleri yıkıyorlardı. Bu vahşet karşısında Türkler savunmaya geçiyorlar. çok az sayıda Türk, binlerce Gürcü’yü dağda köşeye sıkıştıracak şekilde bir kahramanlık sergiliyor. Gürcüler, kaçmak zorunda kalıyorlar. Sonunda bölgeye Gürcü hükümeti geliyor. Türkiye ile anlaşma yapılıyor ve bölge Gürcülere kalıyor. 1927’de yapılan anlaşmaya göre, orada yaşayan Türkler istedikleri zaman Türk topraklarına geçebilme hakkına sahip oluyor. Ama bazısı geçiyor, bazısı geçmiyor.
Ahıska’ya giriş yasak
1927’ye kadar gelen geliyor Türkiye’ye, gelemeyen orada kalıyor. II. Dünya savaşı başladıktan sonra 15 Kasım 1944’te bizimkiler de evlerinden sürülüyor, özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a çok zor şartlar altında sürgüne gidiyorlar. 1956’ya kadar sürgün edilen herkes bir kasabadan başka bir kasabaya gidemiyor. 1956’da, Komünist Partisi’nin 20. kurultayında Kuruçev başa geçtiği zaman, diğer halklar istedikleri yere gidiyorlar. Türklere, Almanlara, Kırımlılara ve Korelilere geri dönme izni verilmiyor. çeçen, İnguş, Karaçay, Balkar ve Kalmıklar geri geliyor. Sovyetler Birliği dönemine kadar bu böyle devam ediyor. Türklerin o bölgeye gitmesi yasak; sebebi de 1968’de çıkan yasaya göre Türkler istedikleri yerde yaşayabilirler, ama belli bölgelere de giriş yasağı konmuştur. Ahıska’yı da sınır bölgesi olarak belirledikleri için giriş yasak. O yüzden kimse gidemiyorlar oraya. “Burası Gürcü toprağı; başkası giremez,” şeklinde düşünerek Türklere izin vermiyorlar. Şimdi Avrupa Birliği ise, buradan sürgün edilen Türklerin eski topraklarına yerleştirilmesi gerektiğini söylüyor”
“Gürcü hükümeti bu talebi kabul ediyor mu?”
 Sesinin tonunu yükselterek “Gürcüler de bunu kabul ediyor, ama bir şartla. Oraya gelenler Gürcü ve Hıristiyan olduğunu kabul etmeliler. Bu şartlarını da hem devlet, hem de halk nezdinde açıkça söylüyorlar. “Bunu kabul ettikten sonra neden Ahıska’ya gitsinler ki?” Gürcistan’a herhangi bir yere yerleşmeye hakları olur o zaman zaten, diyorlar. Ama bu gerçekler Türkiye’de bilinmiyor”
Gürcü hükümeti, Hıristiyan olmaya zorluyor
“Pekiyi eğer bu şartları kabul etmezlerse…”
Derin bir nefes alıyor. “Kesin olan şu ki; Gürcistan devleti,  oraya gelecek herhangi bir milletten insanın Gürcü ve Hıristiyan olduğunu kabul etmesini istiyor ve bunun dışındaki hiçbir şeyi kabul etmiyor. Bu durum 2011’de bitiyor. Süre sona eriyor. Şimdi bütün mesele buraya yerleşenlerin mevcut olup olmadığıdır. 500 aile 1975’te oraya gitti. Bunlar Gürcülüğü ve Hıristiyanlığı kabul ettikleri için kabul edildiler. Diğerleriyse bu şartı kabul etmedikleri için, Azerbaycan’a ve diğer ülkelere geri gittiler. Aynı olay şu anda da yaşanıyor. Benim bildiğim üç aile var. Bunların nüfus kâğıdı ve pasaportunda Hıristiyan yazıyor, ama tabii ki kalbinde ne olduğunu Allah bilir. Onun için orada resmi olarak Türk’e rastlamak çok çok güçtür. Burada bu konu siyasete dönüşmüştür; herkes bu konuda bir oyun oynuyor” diyerek tepki dolu ifadeler kullandı.
Konuyu yavaş yavaş ülkeyi terk ettikleri söylenen Azeriler’e getirerek, Gazigil’den bu konudaki görüşlerini sordum.  çünkü görüştüğüm Azerilerin ifadeleri inandırıcılıktan uzak sözlerdi. Mesela, pazarcılık yaptığını söyleyen bir Azeri genci, “Ermeniler, Azeriler kardeşler. Aramızda hiçbir sorun yok…” Adeta Gürcistan’da her şeyin mükemmel olduğunu ifade ediyor, çok abartılı sözler söylüyordu. Sanki bunları söylemek zorunda hissediyor, bazı endişeler taşıyordu. Bu gözlemlerimi işiten Gazıgil’in yüz hatları yeniden geriliyor,“Gürcistan’daki durum şudur: Azerbaycan ile sınır bölgelerinde çok sayıda Azeri yaşıyor. Eskiden Tiflis nüfusunun yüzde sekseni Azeriler’den oluşuyordu. Bugünse orada tek tük Azeri’ye rastlarsınız. Azerileri oradan yavaş yavaş çıkmak zorunda bırakıyorlar. Aslında Azeriler oranın yerlisi sayılırlar. Türk boyları orada bin seneden uzun bir süredir yaşamaktadırlar. Onlar topraklarından çıkmaya mahkûm edilirken kimse bir şey demiyor.”
 “Azeriler nereye göç ediyorlar?”
“Azerbaycan’a ve Rusya’ya gidiyorlar.”
“Nasıl çıkmak zorunda bırakılıyorlar?”
“Mesela Gürcistan’da özelleştirilmeye gidildi; topraklar şahıslara satılıyor, ama Azerilere satış yapmıyorlar. Satsalar bile verimsiz, sulak olmayan, işe yaramaz toprakları veriyorlar. Hatta çok daha ilginci, Türk ve Azeri televizyon kanallarını seyretmeye izin verilmiyor. Polis gördüğü zaman ceza yazıyor. Eskiden oradaki insanlarımız daha rahattı; şimdiyse çok daha fazla zorluk çekiyorlar” dedi.
“Emperyalistler, dünyanın her köşesinde olduğu gibi Gürcistan’da da etnik ayrılıkları körükleyerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyor. ABD de demokrasi havariliği adı altında bunu yapıyor” diyerek ABD ve Rusya’nın Gürcistan’daki nüfuz mücadelesini  de konuşmak istedim.
ABD’nin Kafkasya’da gücü kalmadı
Gazigil, “Gürcü nüfusunun yüzde ellisi bugün Rusya’da yaşamaktadır. Artık Amerika’nın Orta Asya ve Kafkaslar’da gücü bitmiş durumdadır. Gürcistan’da özelleştirilen alanların yüzde 80’i Rusların elindedir. Enerji ve petrol ihtiyaçlarını Rusya’dan karşılamaktadırlar. Rusya ve Gürcistan tarihinde de şöyle bir ilginç durum var: Osmanlı’ya ait olan Ahıska’yı Rusya savaşla aldı. Ama diğer yerleri Gürcüler kendi istekleriyle Rusya’ya verdiler. Gürcüler, her zaman için Ruslara sadık kalmışlardır” diyerek sözlerini tamamladı.
Burada biz, “Gürcistan-Türkiye gerçeklerini” ortaya koyarken, Batı’nın bölge ülkelerinin yakınlaşmasını sürekli engelleyen, gerginlik yaşamasını, kavga etmesini isteyen çabalarına katkıda bulunmak istemiyoruz. Ancak, bu gerçeklerin üzerinin kapanmasının doğru olmadığını, iki ülke ilişkilerinin gerçek dostluk zeminine oturtulması gerektiğini düşünüyoruz. Halkların birbirine hissettiği sıcaklığın ve dostluğun iki ülke arasında samimi olarak gerçekleşmesinden sadece ve sadece emperyalist güçler ve işbirlikçilerinin rahatsız olacağından kuşku yok…
Saakaşvili Gürcistan’ın Türkiye’den toprak talebi olmadığını açıklasın!
Kendisine Türk ve Gürcü yetkililerin “iki ülke dostluğu” konusunda yaptığı açıklamaları hatırlatınca, “Böyle bir şey yok. Bunlar palavra! İnsanlarımızı oradan sürekli göçe zorluyorlar. Ayrıca, 1945’te Ermeniler ve Gürcüler farklı farklı taleplerde bulundular. Gürcülere de şimdi, “Türkiye’den toprak talebinde bulunup bulunulmadıkları” sorulsa, buna “toprak talebimiz yok” diyemezler. Burada soruyorum: Eğer Gürcistan ve Saakaşvili Türkiye’nin dostuysa, “Gürcistan’ın Türkiye’den herhangi bir toprak talebi yok” diye bir açıklama yapsın. Saakaşvili böyle bir açıklama yapmalıdır. Ama yapmaz. öyleyse ne dostluğu Allah aşkına! Bizimkilerin, devlet olarak Ahıskalılardan faydalanması gerekir. Ama aksine, gidip Gürcülerden medet umuyorlar. Tarihi bilmeyen, siyasetten anlamayanlar, “Gürcüler bizim dostlarımızdır,” diyorlar. Onca insanın öldürülmesi, onca kan akıtılmasını ne çabuk unuttular.”
Sesinin tonunu daha da artırarak “Bir başka nokta da, Gürcü ırkçılığının Türkiye’de hortlatılmaya çalışılmasıdır. Mesela Türkiye’deki pek çok Gürcü çifte vatandaştır. Bu aslında Türkiye’nin izni olmadan yapılamaz, ama Gürcistan bunu yapıyor ve kimsenin de bundan haberi yok. Buradan Gürcistan’a giden bu insanlar, orada Türk vatandaşı muamelesi görüyorlar. Ayrıca, Gürcüler’e Türk vatandaşlığı vermekle ne kazanmayı umuyoruz? İlerde Türkiye’de birtakım haklar elde etmek isteyecekler. Ortada uzun vadeli siyasi oyunlar dönüyor. Bölgede, Türkiye’ye karşı kullanabilecek bir toplum oluşturmak isteniyor “ dedi.
“Boru hattı Ermenistan’dan geçmeliydi”
Gazigil’e “Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattını” soruyorum.
“Gürcistan’ın enerji bakımından hiçbir zenginliği yok. Ama bizimkiler petrol boru hattını Gürcistan’dan geçirip onlara büyük bir avantaj sağladılar. Bunu ABD talep etti, ama oynanan asıl oyun şudur: ABD bu talebi yaparken, en mantıklısının hattın Ermenistan’dan geçmesi olduğunu söylemişti. Ama böyle olmadı. Şimdi bütün demiryolu ağını Gürcistan’dan geçiriyorlar. Gürcüler çok zeki ve akıllılar. Ermenilerse çok daha cahiller. Bütün bunların yapılmasında Türkiye’deki Gürcü lobisinin çok büyük bir rolü var. Bütün bunlar bilinçli olarak yapılıyor. Bana göre de bunun en mantıklı yolu Ermenistan rotasının takip edilmesiydi. çünkü bu, Ermenistan’ı köşeye sıkıştırmanın en kolay yoluydu. Soykırım safsatasından vazgeçmeleri, Karabağ işgalinden vazgeçmeleri gibi konularda bu hattı koz olarak kullanabilirdik. Bu fırsatı kaçırdık. Ermenistan da çok şey kaybetti, ama biz de geleceğimizi kaybettik. Şimdiki durumdaysa hiçbir şey kazanamadık.” 
7
İkinci Endülüs yaşanmak üzere
Hepimizin yakından tanıdığı özgür-Der’in Başkanı Hülya Şekerci’nin eşi Gürcistan Dostluk Derneği Başkanı Avukat Erol Şekerci ile Gürcistan izlenimlerimi paylaşarak, oradaki Müslümanların durumunu konuştuk.
Aile dostum Şekerci, soru sormama gerek kalmaksızın tüm cevapları içinde barındıran çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ben sadece konunun açıklığa kavuşması için zaman zaman araya girdim.
“Gürcistan’da bugünlere nasıl gelindi?”
“Gürcistan, Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle beraber bir bakıma İslam karşıtı güçlerin eline geçti. önce Rus ideolojisiyle yazılan bir tarih ve şekillenen bir coğrafya; Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte devreye giren Hıristiyan Gürcü yönetimi de aynı felsefeyi devam ettirdi. Bölgedeki Müslümanlar açısından değişen hiçbir şey olmadı aslında. Sovyet Rusya’sı, oradaki insanlara Türklüğü ve İslam’ı zorba bir güç olarak anlattılar. Osmanlılar’ın bölgeye gelip Gürcüler’i ‘Ya İslam, ya ölüm’ düsturuyla silah zoruyla Müslümanlaştırdığı yalanını yaydılar. “Sizin atalarınız, bilinçli bir şekilde ve özgür iradeleriyle Müslümanlığı seçmediler” sözünü insanların aklına yerleştirdiler. Hatta bu psikolojik savaşı Osmanlı’ya şu iftirayı atacak kadar ileriye götürdüler: “Osmanlı gelip bütün Gürcüler’i çoruh Vadisi’ne topladı ve ‘Ya İslam, ya ölüm’ ikileminde bıraktılar.” Bu bölgede çok yaygın bir söylem. Bilimadamları ve tarihçiler bile bu gerçek dışı sözü savunuyorlar. Kendileri bile inanmadıkları halde bu fikri dile getiriyorlar. Devlet kanalıyla yürütülen psikolojik savaş sırasında ortaya atılan ‘Osmanlı geldi ve kılıç zoruyla Gürcüleri Müslüman olmaya zorladı’ yalanını sürdürüyorlar. ölümden korkanların zorla Müslüman olduğunu, diğerlerinin ise ölümden korkmadan dinlerinden dönmediklerini söylüyorlar. Buradan, Müslüman Acaralılar’ın, Gürcüler’in vatanına ve dinine ihanet eden, korkak, sünepe insanlar olduğu sonucunu çıkarmaya çalışıyorlar. Hıristiyan Gürcüler’in birinci sınıf insan oldukları fikrini savunuyorlar. Daha kötüsüyse, Müslümanlar bile bu propagandaya inanmış durumda. Müslümanların büyük çoğunluğunun, ‘Dinimiz aslında mükemmel bir din, ama Müslümanlaşma sürecimiz çok acı bir şekilde oldu,’ gibi bir yaklaşımı var. Bu da, yapılan propagandanın tuttuğunu gösteriyor. Oyunu oynayanların belli bir amaca doğru birtakım hedeflere ulaştıklarını gösteriyor. Mücadele devam ediyor. Osmanlı bölgeden çekilirken Acaristan özerk bir cumhuriyetti. özerkliğin temelini İslam oluşturmuştur. Osmanlı, oradan çıkarken insanlara son bir fayda nasıl sağlanır, dini ve kültürel varlığını nasıl devam ettirebilir düşüncesiyle bir formül geliştiriyor ve özerklik istiyor. özerklik, Acara’nın siyasi sınırlarını ve inanç özgürlüğünü kapsıyor. Aradan zaman geçiyor; Sovyet Rusya, Gürcistan derken, Kars Antlaşması’yla yenilenen uluslararası hukukun bir parçası olarak, Türkiye, Kıbrıs’ta olduğu Gürcistan’da da garantör ülke konumuna gelmiştir.”
“Gürcistan’ın Müslüman kalması Türkiye’nin yararınadır”
“Peki Türkiye bu hakkını hiç kullandı mı?” diye soruyorum
“ Hayır…Türkiye garantörlük hakkını hiçbir zaman kullanmadığı gibi, oradaki insanlara karşı sorumluluklarını da yerine getirmemiştir.”
“Türkiye’nin batılılaşma süreci içerisinde kendi içindeki inançlı insanlarla mücadele ediyor olmasından kaynaklanıyor olabilir mi”
“ Belki ama Türkiye’deki durumla Gürcistan’daki arasında çok fark var. Osmanlı sonrasında Türkiye’de ulusal temelli bir devlet kuruldu. Yalnızca ulusal menfaatler açısından bile Gürcistan’ın Müslüman kalması Türkiye’nin yararınadır. Oradaki insanlar Hıristiyanlaştığı takdirde hem Türklüğe hem de İslam’a düşman olacaklardır. Oradaki Müslümanlar, Türkiye insanını seviyor, sevmese bile en azından düşmanca duygular beslemiyorlar. Hıristiyanlaşan insan, birdenbire resmi ideolojinin yılmaz savunucusu olarak karşınıza çıkıveriyor. Ve daha önce inanmadıkları söylemleri savunmaya başlıyorlar. Bu açıdan baktığımız zaman Türkiye, oradaki Müslüman unsurla ilgili çalışmalarını devam ettirmelidir. Buna hukuki açıdan hakkı olduğu gibi, böyle bir sorumluluğu da var. Türkiye, neticede Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi bir ülke. O yüzden kayıtsız, duyarsız kalamaz. Türkiye, güçlü olmak istiyorsa bölgede kendisine yardımcı olabilecek komşularıyla sağlıklı ilişkiler kurması gerekiyor. Aradaki bağlantıları sıradan diplomatik ilişkiden çıkarıp kardeşlik ilişkisine yükseltmelidir. Var olan kardeşlik hukuku elimizden gidiyor, diplomatik ilişkileri bile kaybediyoruz.”
“Adeta, İkinci Endülüs acısı yaşanmak üzere”
Sesinin tonunu yükseltiyor, “Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasını yürütenler açısından çok büyük bir basiretsizliktir. Bu bizim açımızdan baktığımız zaman ortaya çıkan portre. Gürcistan açısından bakınca, ümmet burada adeta ikinci Endülüs acısını yaşamak üzere. Bunu Türkiye kamuoyuna duyurmakta zorlanıyoruz. Bugüne kadar bizim de ihmalimiz oldu tabii ki. Türkiye’de azımsanamayacak bir Gürcü potansiyeli var ve Türkiye’deki Gürcüler bizim görebildiğimiz kadarıyla ümmet bilinci, İslami duyarlılığı üst seviyede olan insanlar. Gürcistan’ın kalburüstü insanları, hicret mantığıyla Türkiye’ye göç etmiştir. “Rusya’nın egemenliğinde yaşamaktansa, gerekirse doğup büyüdüğümüz kendi topraklarımızı, vatanımızı terk edip bizden olan Müslüman bir memlekette yaşamayı tercih ederiz,” duyarlılığıyla Türkiye gelmişlerdir. Hal böyle olunca, bu insanların torunlarının da şimdi İslami hassasiyete sahip olması anlaşılır bir şey. Bugüne kadar bu ümmetçi yaklaşım ve Gürcistan’daki Sovyet yönetim anlayışı nedeniyle Türkiye’deki Gürcüler, bölgeye hiçbir zaman ilgi göstermediler. Dolayısıyla sonuç itibarıyla, Gürcistan’daki kardeşlerine karşı sorumluluk bilinci  gelişmemiştir.
“Gürcistan’da Müslümanlar, maddi ve manevi sıkıntılar çekiyorlar. Bu konuda bir şeyler yapılıyor mu ve neler yapılabilir” diye soruyorum.
“Sorumluluk açısından yapılması gereken birtakım şeyler var. Ama bunu Türkiye’deki Gürcülerin yapması gerekiyor. Oradaki Müslümanlara, kendi dinlerini öğretmek konusunda, zekatın paylaşılması, hayır işleri gibi konularda çalışmalarımız var. Ama bu çalışmaların çok daha büyük ölçekte yapılması gerekiyor. Sovyetler’in yıkılmasından sonra bu topraklarda, Afrika’yı aratmayacak derecede büyük bir sefalet baş gösterdi. Türkiye’deki Müslüman Gürcüler, Gürcistan’daki din kardeşleri için bir şeyler yapmalıdır. çünkü onlar gerçekten sahipsiz konumdalar. Devlet, Müslüman Gürcüleri, Acaralıları, ikinci, üçüncü sınıf insan yerine koyuyor. Bu adı konmamış bir biçimde yapılıyor; fiili durum bu. Hıristiyan Gürcüler, Müslüman Gürcülere, Acaralılara, Türk anlamına gelen ‘Tatrebi’ diyorlar; aslında bunu söylerken de ‘Siz bu toplumun çingenelerisiniz, zencilerisiniz,’ demek istiyorlar. Bana göre Tatar, Gürcüden daha aşağı bir millet değil. çünkü milletin milletten üstünlüğü yoktur. öyle bir sorunumuz yok, ama onlar Müslümanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapıyorlar. Bir Acaralı sonradan Hıristiyan olsa bile bir Tiflislinin gözünde hâlâ bir Tatar, bir çingenedir. Bu yıllarca, Sovyet döneminde de devam etti. Müslümanlar orada eğitimsiz, gariban, güçsüz kesimi temsil ediyorlar. Başlarında güçlü liderler görmek istiyorlar artık. Müslüman birisi, İslami kimliğiyle birlikte sosyal yaşamda her türlü yerde ve mevkide bulunabilir. Bu gücü de Türkiye’den transfer edeceğiz oraya.
Gürcistan Dostluk Derneği Başkanı Erol Şekerci durumun vehametine ve önemine dikkat çekerek, “Batum’un, Acaristan’ın Gürcistan açısından stratejik bir önemi var. Ekonomik açıdan baktığınızda Acaristan, hem gümrük, hem liman, hem de turizm kentidir. Bütün bu zenginliklerin bir arada bulunduğu başka bir bölge yok Gürcistan’da. Buna rağmen bura halkına ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyor ve bu asırlık bir politika. Gürcistan’daki eğitim sistemi Türkiye’dekinden çok daha kalitesiz. Ama burada eğitim görmüş bir Gürcü, ülkesine geri döndüğü zaman yine de iş bulamıyor. Bulduğunda da kendisinden son derece saçma ve yanlış bir istekte bulunuyorlar. Formalite icabı da olsa Müslüman olduğunu belli etmemesi ve gerekirse boynuna bir haç takması gerektiği söyleniyor. Müslüman bir yeğenini işe almak isteyen bir yetkili, kendisini baskı altında hissediyor. Bunun kanunlarda varlığını göremezsiniz, ama uygulamada yaşanan gerçek budur. Yıllarca “Sovyet Rusya”sı da aynı şeyi uyguladı. Müslümanlar ne bilimde, ne siyasette, ne yönetimde ileri gidebildiler; haliyle toplumun zencileri olmaya mahkum edildiler. Bu durum, başta Türkiye olmak üzere tüm İslam coğrafyasında böyle.çünkü, 1. Dünya Savaşı ile birlikte dünyanın patronu olan birleşik emperyalist güçler, bunun böyle olmasını istediler. örneğin Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde başörtülü müstahdem olabiliyorsunuz, ama başörtülü tıp öğrencisi yahut öğretim görevlisi olamıyorsunuz” dedi.
Sözü, Gürcistan’da hızla sürdürülen misyonerlik faaliyetlerine getiriyorum.
“Batum’da yükselen değer olan Hıristiyanların sembolleriyle her köşe başında karşılaştığımı” söylediğimde….
“Evet, mevcut duruma baktığınızda, şu anda Gürcistan’da devlet eliyle yürütülen bir misyonerlik faaliyeti var. Gürcistan devletinin misyonerlik faaliyetine bu kadar sahip çıkmasının kendine göre bazı haklı gerekçeleri bulunuyor. Gürcistan, Sovyetler sonrasında bağımsızlığını kurduktan sonra birtakım iç sorunlar yaşadı. Abhazya ve Osetya örneği bunlardan ikisidir. Bunlar etnik kökene dayanan çatışmalardır. Acaristan’da da bazı problemler yaşandı: Oradaki sorun, tamamen siyasi ve rant kavgasıydı. Gümrük bölgesinden elde edilen gelirlerin merkeze gitmediği yönünde çıkan tartışmalardı sorunun başı.”
“Bir Gürcü’nün Müslümanım demesi bile büyük bir kazanç”
“Gürcistan’daki Müslümanlara karşı verilen mücadeleye ” ilişkin görüşlerini soruyorum.
“Zaten küçük bir devlet olan Gürcistan’da, içerde yaşanan sorunlar yeni yönetimle beraber, muhtemelen ABD’nin de yönlendirmesiyle birlikte merkezi-üniter bir devlete doğru kayış var. Abhazlar’a bir şey söyleyemiyorlar, farklı etnik kökendenler. Osetler’e de fazla bir şey yapamıyorlar, ama Acaralılar’a gelince aynı etnik kökendenler. Ayrımın yapılma sebebi ne: tabii ki Müslüman olmaları. Bu bölgede özerkliğin sebebi olan İslam’ı yok ettikleri zaman, en azından özerkliği kaldırmış olacaklarına inanıyorlar. Uluslararası arenada da hiçbir sorun yaşamadan bunu yapabilirler. Bu yüzden, her ne kadar dini hassasiyete sahip olmasa da, bölgede İslam’ın yok edilmesi devletin işine geliyor. özerklik dolayısıyla zorunlu din dersi var ilkokullarda. Ama din dersi adı altında, özerkliğinin temeli İslam olan bir bölgede, Hıristiyanlık eğitimi veriliyor; İslam adına tek bir kelime öğretilmiyor çocuklara. Anne-babası Müslüman olan çocukların yüzde doksanı ister istemez Hıristiyanlığa geçiyorlar. Her gün geriye gidiyoruz. Bu geriye gidiş karşısında, kirlenmiş de olsa, yıpranmış da olsa, tamamen taklidi de olsa, bir insanın ben Müslümanım demesi benim için büyük bir kazançtır. İnsanlar İslam’ı çok fazla bilmeden Müslümanım diyorlarsa ve geri gitmiyorlarsa, inadına İslami kimliği muhafaza ediyorlarsa bu bile bizim açımızdan bir başarıdır. Buradaki insanlara, şu aşamada, İslami duyarlılık, kimlik, kalite kazandırmak değil, var olan durumu, Sovyetler’deki durumu muhafaza edebilmek bile başarı olarak kabul edilecektir. Bu gidişi durduramazsak, ümmet Acaristan’da ikinci Endülüs acısını yaşayacaktır. Bu hızla devam ederse, oradaki Hıristiyanlaşma sürece 10-15 yıl içerisinde Acaristan’da İslam’ı yok edecek. O zaman İslam orada, yalnızca tarih olacak. Bu gidişe dur denmeli artık.”
Başkanı olduğu Gürcistan Dostluk Derneği’nin bu anlamda ne gibi çalışmalar yaptığını soruyorum.
“Buradaki sorunlarımız Gürcistan’a yansıdığı zaman kaybımız artıyor”
“Karşımızda misyonerliği bilinçli ve sistematik bir şekilde yapan bir devlet var. Haliyle, burada birkaç kişiyle yürüttüğümüz mütevazı çalışmayla bunun üstesinden gelmek mümkün değil. Biz hayırda kullanılmaya razıyız, hayatımızı bu işe adadık. Ama hiçbir girişim görmedik.”
“Size kimse yardımcı olmuyor mu?”
 “Şu anda Gürcistan’da dini eğitim veren kardeşlerimizin çoğu, kendi eğitimlerini Türkiye’de tamamlamış kişilerdir. Gördüğünüz din adamlarının tümüyle Türkçe konuşabilirsiniz. Bu arkadaşlar bir taraftan üniversite eğitimlerini devam ettirirken, donanımlarını tamamladılar. Ardından da Gürcistan’da gidip dini eğitim vermeye başladılar. Acaristan’a baktığımız zaman zaten, böyle bir işe soyunacak kişinin sayısı bir elin parmak sayısını geçmez. Buradaki sorunlarımız Gürcistan’a yansıdığı zaman da kaybımız artıyor. Diyanetin bu konuda bize kalkan olabileceğini umuyorduk, ama Gürcistan’da, Acaristan’da Müslümanların ihtiyaçlarıyla ilgili, din işleriyle alakalı yasal bir boşluk var. Diyanet İşleri’nin bu konuda bir yetkisi var. Ama bir girişim yapılmıyor.
“ Müslüman Gürcülerin, Azeri Müslümanlarla ve kurumlarıyla ilişkileri bulunmuyor  mu?”
Azerbaycan’ın kendisi de dini açıdan Gürcistan kadar yardıma muhtaç bir durumda. Türkiye’ye bağlandıkları zaman, öyle sanıyorum ki, oradaki Müslümanlar bundan hoşnut kalacaklar. Hem mezhepsel olarak, hem de tarihsel açıdan bir yakınlık var. Maddi açıdan da daha büyük kazançlar söz konusu.”
“Müslümanlar’ın çift isim kullandığını gördüm”
“Doğru. Zaman zaman bizim de yaşadığımız Müslüman ismi sıkıntısını Gürcistan çok daha fazla yaşıyor. Burada resmi olarak tanımlanmış bir problem yok aslında, ama yıllardır insanımız komünist mantıkla ezilmiş, devlet dairesine gittikleri zaman iyi muamele görmemişler. Bu biraz da bizim Müslümanların korkusundan kaynaklanıyor. Kendimize güvenimiz, cesaretimiz kalmamış. Devlet dairesine gidiyorsunuz; yasal bir engel olmamasına rağmen, çocuğunuza Müslüman ismi koymak istediğiniz zaman, memurların bireysel tepkisiyle, engeliyle karşılaşıyorsunuz. Bu tepkiye karşı hakkını savunanlar istediği ismi koyabiliyor, ama çoğu arkadaşımız çekindiği, korktuğu için tepkiye boyun eğmek zorunda kalıyor. İnsanlar, ‘Devlet ne der’, korkusuyla daha bir şey söylemeden, kendi kendilerine yasaklar ediniyorlar. Kendilerini psikolojik bir hapse koymuş durumdalar. Gürcistan’da, hutbede konuştuklarından dolayı hapse girmiş ya da en azından dava edilmiş tek bir imam bile duyulmamıştır. Gürcistan’da devlet kendisine düşeni yapıyor. Bu bizim aleyhimize ve saygı duyduğumuz bir şey de değil. Ama alttan alta yürüttükleri misyonerlik çalışmasını anlayabiliyoruz.
“Burada bir boyutuyla sorun farklı öyleyse” diyorum.
“Asıl mesele biz Müslümanların, üzerimize düşen görevi yapmıyor, yapamıyor oluşumuzdur. O yüzden İslam coğrafyasından, özellikle de Türkiye’den bölgeye yardım gitmesi lazım. Bu yardım yalnızca ekonomik yardım değil, manevi yardım, bilimsel destek yapılmalı; oradaki insanlara kendi kimliklerini, dinlerini öğretmek konusunda çalışmaya başlanmalı” diyor.
Hem komşum hem de arkadaşım olan Erol Şekerci ile söyleşimiz normal gazeteci-yetkili arasındaki söyleşi biçiminde cereyan etmiyordu.
Gece bir hayli ilerlemişti.
Ancak ortaya koyulan çarpıcı görüşleri dinlemekle birlikte Osmanlı hinterlandını ihmal ettiğimiz gerçeğini bir kez daha duymak üzüntümü daha da artırıyordu…
-BİTTİ-
__________________________
(*) Milli Gazete, 19/10/2006