Deprecated: Assigning the return value of new by reference is deprecated in /home/kafkasevi/public_html/system/database/DB.php on line 83
Kafkasevi.com
Susmak İhanettir !
 
Erol Karayel
ekarayel@superonline.com
 
Kafkasya’nın geleceğini Rusya’yla beraber olmakta görenler fevkalade yanılıyor. çünkü Rusya, diğer ülke ve halklar üzerinde emperyalist hesapları olan bir ülke. Yüzlerce yıldır kilitlendiği tek hedef var: topraklarını mümkün en geniş sınırlara ulaştırmak ve bu topraklarda yaşayan halkları Rus dili ve kültürü potasında eritmek!
Rusya’nın resmi isim ve söylemlerinde yer bulan “federalizm” ve “çok kültürlülük” kavramları kimseyi aldatmasın; bunlar geçiş döneminin kamuflaj sözcükleridir. Rusya’nın eline geçecek ilk fırsatta her iki kavramdan da en hızlı şekilde kurtulmaya çalışacağını iyi biliyoruz. Nitekim, “etnik cumhuriyetlerin” “coğrafi bölgelere” birleştirilmesiyle ortaya çıkarılacak yeni yapılanmalarda yerli nüfus oranının ihmal edilebilir bir düzeye düşürülmeye çalışılması, bu hedefe yönelik planın bir parçasıdır. Rusya, şimdilik Rus nüfusun yoğun olduğu, dolayısıyla muhalefet oluşmayacak federal bölgeleri birbirine kaynaştırarak, diğer halkları bölgelerin birbiriyle birleştirilmesi fikrine alıştırmaya çalışıyor. Nitekim birkaç yıl önce Adıgey’in Krasnodar’la birleştirilmesi için yapılan "yoklamalar” hep bu projenin parçasıydı. Niyetlerinin ifşa olması ve oluşan tepkiler sonrası projenin etnik cumhuriyetlerde uygulanmasını konjonktürün uygun olacağı güne kadar uykuya yatırdılar.
Rusya, tüm bu çalışmalarla etnik isimleri “haritadan silerek” üniter yapıya geçişin alt yapısını oluşturmaya çalışıyor.
Açık söylemek gerekirse kimi cüssesinden korkarak, kimi saflığından  Rusya’nın tüm uygulamalarını hayra yoran bazı hemşerilerimiz, “Madem Rusya’nın böyle bir niyeti var, o zaman bugünkü cumhuriyetlerimizi ve verilen hakları nasıl izah edeceğiz?” diye soruyorlar.
Peki, Kremlince tanındığı söylenen bu “hakların” fonksiyonel olduğunu ve bu “hakların” halkımızın yüz yıl sonraki geleceğini garanti altına aldığını söyleyebilir miyiz?
Tabii ki hayır.
çünkü, kağıt üzerinde verilen ve yerel halkı hiçbir şekilde başat konuma getirmeyen bu hakların, “barajın güvenliği için birkaç kapağın açık tutulması”ndan başka bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz.
Anavatandaki sisteme yönelik bu tür eleştirilerimize bazı hemşerilerimiz nedense “çok alınıyor” ve mevcut durumun meşruiyetini savunmak için, “Bu hakları beğenmiyorsun ama en büyük çerkes nüfusun barındığı Türkiye’de bu hakların onda birine bile sahip değiliz. Diasporada bugüne kadar kendi dilinde yazan kaç yazar, kaç şair yetiştirdik?” diyerek tepki gösteriyorlar. Ve ardından verilen hakların kemiyet ve keyfiyetini hiç sorgulamadan ekliyorlar: “Orada kendi dilimizde kitaplar, gazeteler basılıyor, okullarda ders olarak okutuluyor, bayrağımız, parlamentomuz var… v.s.”   
öncelikle bu tür bir kıyasın batıl olduğunu belirtmek durumundayız.
çünkü anavatan anavatandır, diaspora da diasporadır; bir kere statüleri dolayısıyla kabil-i kıyas değildir.
Anavatan ve diasporada ulusal varlığın devamıyla ilgili elde edilebilecek hakların sınırlarının farklı olacağını bilmemek ise majör bir hatadır.
çünkü;
Biz diasporada devletten “maksimum demokrasi” talep ederken; anavatanda talip olduğumuz doğrudan “devletin kendisidir”.  
Diasporada talep ettiklerimiz –her ne kadar siyasetin olgunlaşması ve siyasiler vasıtasıyla gelecekse de- nihayetinde kültüreldir;  anavatandaki talebimiz ise devlete ait etkinliklerin tamamına hakim olmaktır, yani siyasidir.
Biz dilimizin ve kültürümüzün ikincil bir unsur olarak kuvözde bir yaşam sürmesini değil; başat bir unsur olarak tüm ülkeye hakim olmasını ve tüm kademelerde bütün canlılığı ile yaşamasını istiyoruz.
Tam bu noktada şöyle bir mukabelede bulunuluyor: “Bu şartlarda, böyle bir talep halkımıza hayır getirmez? Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oluruz?”
Bu kesinlikle yanlış ve Kremlin’de imal edilmiş bir düşünce. Halkımıza bu şekilde fikirler empoze edilerek, hem anavatan, hem diaspora gücümüz bloke edilmektedir. Halbuki, gücümüzle mütenasip metodlar kullanarak hakkımızı aramak ve mücadelemizi sürdürmek zorundayız. Durum ortada, yapılanları sessizlikle karşılamak sadece Kremlin’in işine yarıyor. Böylelikle Rusya, projelerini cesaretle ve rahatlıkla realize edeceği ortam ve zamanı elde ediyor.
Görüyoruz, federal cumhuriyetlerde yerel lisanların kullanımı sınırlı tutularak köreltilirken; Rusça’ya sınırsız,mecburi ve  yasalarla destekli kullanım alanları açılarak kökleştirilmektedir. Rus dili ve kültürünün ciddi baskısı altında olan ve her geçen gün mevzi kaybeden milli dil ve kültürümüz bu ablukaya daha ne kadar dayanabilir? 
Sarsıcı bir şekilde ifade edecek olursak…
İletişim vasıtalarının bu kadar çeşitlendiği ve yayın bombardımanını sürdürdüğü bir zamanda, bir siyasi iradenin öznesi haline gelememiş dil ve kültürlerin yaşama şansı yoktur; hele ki Rusya gibi emperyalist bir ülkenin nüfuz bölgesinde yaşayan küçük nüfuslu halkların dil ve kültürlerinin hiç şansı yoktur…
Kısacası, gelecekte de var olmak istiyorsak talep etmek, hem de “sadece yeryüzünü değil, gökyüzünü de” istemek zorundayız.
İşgalciler elbette bu tür taleplerden rahatsız olup, mevcut baskılarını biraz daha artırıp, sesimizi kısmaya çalışacaklardır. Ancak onlara başarılı olamayacaklarını göstermeliyiz. Anavatandakileri sustursalar bile diasporadakileri susturamayacaklarını, onları ‘rahatsız ederek’ ispat etmeliyiz. Bunları yaparken kimseden korkmamıza gerek yok, silaha el sürülmediği müddetçe, bu baskılar halkımıza karşı ciddi bir fiziki saldırıya filan dönüşmez.   
çerkeslerde güzel bir atasözü var: “Söylenmeyen şey duyulmaz”. Kolektif bilincin oluşması ve doğru hedeflere odaklanılması için, gerçekleri açıkça dillendirmek lazım.
İnanıyorum ki, Allah insanlara düşündüğünü icra edebilme kabiliyeti vermiştir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin buyurduğu gibi, “Vermek istemeseydi, hiç isteme duygusu verir miydi?”