Kimse 21 Mayıs'ı “İç Etmeye” kalkmasın !

Erol Karayel
erolkarayel26@gmail.com

Son birkaç yıldır ilginç şeyler yaşıyoruz.

Kimi stratejik kavramların içi önce boşaltılarak hadım ediliyor, sonra farklı manalar yüklenerek yeniden tedavüle sokuluyor. Böylece bilinçli bir şekilde kavram kargaşasının içine çekiliyoruz.


çerkes” terimi ve “21 Mayıs 1864” simge tarihi bunlardan sadece ikisi.

çerkes terimi üzerine görüşlerimizi daha önce belirtmiştik (bakınız), burada tekrar etmeyeceğiz. Ancak, içinde bulunduğumuz ay içerisinde yapılacak anmalar nedeniyle birkaç aydır gündemimizi işgal eden “21 Mayıs 1864” simge tarihinin de devşirilmeye çalışılması girişimlerine dikkat çekmemiz yerinde olacaktır. çünkü bazı “yeni türediler” bu simge tarihin kapsamını kafalarına göre daraltıp, bir veya birkaç etnisite hesabına zimmete geçirme gayretindeler. Bu hususta birkaç kelam edip uyarı görevimizi yerine getirmemiz icab ediyor.

***

21 Mayıs 1864'ün, Kafkasyayı işgal etmek isteyen Rusların tüm Kuzey Kafkasya halklarına uyguladığı soykırım ve sürgünü simgelediğinden hiçbir şüphe yoktur.

21 Mayıs 1864'ün temsil ettiği manadan (soykırım ve sürgün) diğer halkları soyutlayarak bu tarihi sadece bir veya birkaç etnisiteye mahsus kılmaya çalışanlar eğer cahil değillerse, ya kör birer ırkçıdırlar; ya da maksatlı bir provokatör. Her ne iseler de bu sıfatların hiçbirinin onlara şan ve şeref kazandırmayacağı ortadadır.

***

Şu bilinmelidir ki, Ruslar sadece Kuzey Batı Kafkasya'da değil, Kuzey Kafkasya'nın tamamında katliam yapmış, soykırım suçu işlemişlerdir.

Bu süreçte Kuzey Batı Kafkasya halklarının daha ağır bedeller ödemiş olmaları görece az zarar görenlerin yok sayılmasını gerektirmez.

Kuzey Batı Kafkasya halklarının içinde bulundukları vahim durum sebebiyle 21 Mayıslardaki tüm faaliyetlerimizi bu halkların dramına ve bugünkü hallerine yoğunlaştırmamız yerinde olur” denilirse kimsenin buna itirazı olmaz bilakis destek verilir; ama diğer halkların uğradığı soykırımların bu süreçten soyutlanarak yok sayılması kabul edilmesi mümkün olmayan majör bir hatadır, bu fikirle mutlaka mücadele edilmesi gerekir...

***

Yanlışı idrak edebilmek için konuyu baştan ele almakta ve soykırım kavramını hukuki kaynaklarından incelemekte fayda var.

Soykırım suçunun, ayrı ve bağımsız bir uluslararası suç kategorisi olarak düzenlenmesi oldukça yenidir; aşağı yukarı 2. Dünya Savaşı yıllarına tekabül eder.

Soykırım” kavramı uluslararası hukuk metinlerinde başlıca iki yerde tanımlanmış ve düzenlenmiştir.

1. BM Soykırımın önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme (12 Ocak 1951'de yürürlüğe girmiştir.)

2. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü (1 Temmuz 2002'de yürürlüğe girmiştir)

Soykırım, ilk akla geldiği şekliyle bir halka savaş açıp kökünü kurutmak demek değildir; gerektiğinde, “soykırıma yeltenmek” dahi başlıbaşına soykırım suçunun bizzat kendisini oluşturur (UCMS 25-3(f)).

SOYKIRIMIN öNLENMESİNE VE CAZALANDIRILMASINA İLİŞKİN SöZLEŞME

Soykırımın önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme'nin 2. maddesinde soykırım sayılacak eylemler şu şekilde sıralanmıştır:

İşbu Sözleşmede jenosit, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun,kısmen veya tamamen imha edilmesi maksadıyla, aşağıdaki fiillerden herhangi birinin irtikap olunması demektir:

a) Grup üyelerinin katli;

b) Grup üyelerinin bedeni ve akli melekelerine ciddi surette zarar verilmesi;

c) Grubun, bedeni varlığının kısmen veya tamamen imhası sonucunu doğuracak hayat şartlarına kasten tabi tutulması;

d) Grup içinde doğumları sekteye uğratacak tedbirler alınması;

e) Bir grup çocuklarının, diğer bir gruba zorla nakledilmesi”.

Bu maddenin a, b, c bendlerindeki cürümler Ruslarca Kuzey Kafkasya halklarınının tamamına karşı defalarca işlenmiştir ve bunların belgeleri artık her yerdedir.

Yine aynı sözleşmenin 3. maddesinde cezalandırılacak fiiller tek tek sayılmıştır. Bunlar:

a) Jenosit;

b) Jenositi irtikap için anlaşma;

c) Jenositi irtikap için doğrudan doğruya ve alenen tahrik;

d) Jenosite teşebbüs;

e) Jenosit suçunda ortaklık”.

Bu fiillerin de tamamı Kuzey Kafkasya'nın bütün halklarına karşı alenen işlenmiştir. Bu eylemlere katılan subayların bizzat yazdıkları anı ve raporlar bunun en sağlam delillerini oluşturur.

***

ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ STATüSü

Soykırım” kavramı daha sonraki yıllarda oluşturulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü'nde daha açık bir şekilde tarif edilmiştir.

2002 yılında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, insanlığa karşı işlenen en ağır suçların kovuşturulduğu ilk kalıcı ve bağımsız uluslararası mahkemedir.

Yargı alanına giren, soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçlarından dolayı devletleri ve kurumları değil, doğrudan şahısları (üst düzey devlet yetkilisi ya da asker olmalarına bakmaksızın) yargılamak amacıyla kurulmuştur.

Kuruluş tarihinden (1 Temmuz 2002) önceki suçlar dava konusu edilememekle birlikte, Kuzey Kafkasya halklarına karşı işlenen suçların “vasfını belirleyip, ismini doğru koyabilmek” için bu statüdeki tanımları yakından incelememiz gerekir.

***

Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü'nde soykırım suçunun tanımlandığı 6. maddede yer alan düzenlemeye göre; “ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla gerçekleştirilen,

(a) grup üyelerinin öldürülmesi;

(b) grup üyelerine ciddi bedensel ya da ruhsal zarar verilmesi;

(c) grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi;

(d) grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirlerin alınması;

(e) gruba mensup çocukların zorla bir gruba nakledilmesi soykırım suçunu oluşturur” denilmektedir.

Bu hükümle, esasında insanlığın ortak değerleri koruma altına alınmaya çalışılmıştır.

Suçun unsurları maddi ve manevi unsurlar olarak ikiye ayrılmakta ve şöyle tarif edilmektedir:

a. MADDİ UNSUR

Fail, Statü’nün 6. maddesinde sınırlı olarak sayılmış olan fiillerden birini işlemelidir.

aa. İnsan öldürme

Gruba dahil en az bir kişinin öldürülmesiyle suçun maddi unsuru gerçekleşmiş olur. öldürme, kişinin yaşam hakkının son erdirilmesidir.

bb. Ağır yaralama

Gruba dahil en az bir kişiye fiziksel veya ruhsal olarak zarar verilmesiyle suçun maddi unsuru gerçekleşmiş olur. Mağdura verilen fiziksel veya ruhsal zarar, önemsiz ve kısa süreli olmamalıdır. Zarar, mağdurun yaşantısını önemli ve daimi olmasa da uzun bir süreyle etkileyebilecek nitelikte olmalıdır.

cc. Grubun yaşam koşullarını ağır biçimde kötüleştirme

Bu fiilin kapsamına çok değişik hareketler girmektedir. Ancak fiili, bir grubu yavaş yavaş öldürerek yok etme olarak tanımlamak mümkündür. Belirtelim ki, bütün hareketlerin ortak özelliği, vücudu kısmen veya tamamen tahrip etmeye uygun olmalarıdır. örneğin, aç bırakma, evleri tahrip etme, zorla çalıştırma, tıbbi yardımda bulunmama, yerinden kovma, belirli yere taşıma gibi hareketler bu suçun fiilini oluşturur.

Bu fiiller, grubu yok etmeye objektif olarak uygun olmalıdır.

Grubun yok olması, suçun maddi unsurunun tamamlanması için gerekli değildir.

dd. Grup içinde doğumları önlemek için tedbirler alma

ee. Grup içindeki çocukların zorla başka bir gruba nakledilmesi.


b. MANEVİ UNSUR

Bu suçun manevi unsuru genel kasttır. Failin, fiilini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi gerekir. Fail, ayrıca, bir grubu tamamen veya kısmen yok etme özel kastıyla da hareket etmiş olmalıdır. Yok etme maksadı, soykırım suçunun önemli bir unsurudur. Bu unsur sayesinde suç, diğer suçlardan ayırt edilebilir.”

***
Şimdi bu okuduklarımız ışığında kendimize şu soruyu soralım ve cevaplandırmaya çalışalım: Yukarıda sayılan ve soykırım suçuna delalet eden fiillerden hangisi Kuzey Kafkasya halklarına uygulanmamıştır?

Veya bu cürümlerin sadece Kuzey Batı Kafkasya'da uygulanıp, Dağıstan, çeçenistan v.d. bölgelerde uygulanmadığını söyleyebilir miyiz?

Elbette söyleyemeyiz. Bunun aksini ispat eden yüzlerce örnek vaka ve belge ortada dururken bu ne mümkün.

Nitekim bu yazıyı hazırlarken en yakınımızda bulunan Dağıstanla ilgili kitaba uzanıp şöyle bir baktığımızda, 1818'de Yermelov'un Dağıstan'da aldığı esirleri işkencelerle öldürmesini, kadın, çocuk ve yaşlılara da aynı muameleleri reva görmesini, zaptettiği köyleri, tarlaları, bağları, bahçeleri ve ormanları tahrip ettirip yaktırmasını (Ş. Erel, Dağıstan ve Dağıstanlılar, s:120-121);

Yine 1832'de Wilyaminov'un hiçbir silahlı mukavemet göstermeyen çeçenistan'ın 61 köyünü vahşiyane bir şekilde yaktırmasını (a.g.e. s:129) hemen görebiliyoruz.

Yine tarihçi, yazar ve Kafkasya Uzmanı olan Platon Zubov'un, “1834 Kafkas Bölgesi ve Rusya’ya ait toprakların tanıtımı” adlı eserinde söylediği: “çeçenler, haydut, hırsız, hain, son derece cesur, korkusuz, kararlı, zalim, kibirli, alaycı, gururlu ve kontrol edilemez insanlardır. Bunlardan kurtulmanın tek yoluhepsini toptan imha etmektirsözü yoruma hacet bırakmıyor.

çeçenistan'da 26 Eylül 1819 Dadi-Yurt katliamı, 23 Ağustos 1832 Germençug katliamı, 27-28 Ağustos 1832 Kuotar-Yurt, Alhan-Yurt ve Küosa-İrza'da, 31 Mayıs 1839'da Arguani'de, v.d. yerlerde insanların diri diri yakılarak gerçekleştirilen katliamlar soykırımın somut delillerinden sadece bir kaçıdır.

***

(Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 7. maddesi insanlığa karşı işlenen suçları tanımlamaktadır. İncelendiğinde görülecektir ki, önemli bir kısmı Kuzey Kafkasya halklarına karşı işlenmiş hatta halen de işlenmekte olan suçlardır. (*) Bunları da gözden kaçırmamak lazımdır.)

***

Şimdi, yaşanmış olayları araştırmadan, uluslararası hukuk belgelerindeki tanımları bir kenara bırakıp kendi sığ zanlarımızla Kafkas halklarını tefrik etmek, buna soykırım uygulandı, buna uygulanmadı demek vicdansızlık değil midir?

21 Mayıs 1864'ü sadece bir etnisitenin soykırımının simgesi haline getirmeye çalışmak müthiş bir firasetsizlik örneğidir. Soykırım tüm Kuzey Kafkasya halklarının yaşadığı bir süreçtir ve bu sürecin tamamlandığı tarih de 21 Mayıs 1864'dür. Bunun tartışılacak daha nesi olabilir ki?

Yok ısrar ediliyor ve “21 Mayıs 1864 bu tarihten önce boyun eğmiş halkları simgelemez” deniliyorsa, hatırlatırız ki Abzehler Temmuz 1863'te, Şapsığlar Ekim-1863'te Ruslara teslim olmak zorunda kalmış ve bir bölümü Kuban boylarına yerleşirken, bir bölümü de Türkiye'ye transfer edilmişlerdir.

Şimdi bu fikirdekilere aynı mantıktan hareket ederek “21 Mayıs 1864 tarihi, Abzeh ve Şapsığları da temsil etmez” denilse ne cevap verirler acaba?

Aynı şekilde Vubıhlar 24 Mart 1864'te ateşkesi kabul ettiler. Ertesi gün Soçi savaşsız şekilde Rusların eline geçti. Vubıhlar için de aynı şeyi söyleyebilirler mi acaba?

En son teslim olanlar, daha güneydeki dağlık kesimlerde yaşayan küçük Abaza (Abazin) topluluklarının barındıkları Aibga, Ahçipsov, Ciget ve Pshu yöreleridir. Son teslim olanlar(12 Mayıs 1864) Aibga Abazalarıdır.

Yani şimdi aynı mantıktan hareketle, 21 Mayıs 1864'ü sadece Abazalara mı hasredelim?

Böyle saçma bir mantık olur mu?

21 Mayıs 1864 -öncesi ve sonrasıyla- bütün Kuzey Kafkasya halklarının yaşadığı soykırımı simgeleyen özel bir tarihtir.

1859 - 1866 yılları arasındaki “Büyük Sürgün” döneminde Kafkasya’dan Adigeler ile Abazalar % 80 - 85 düzeyinde; Ubıhlar tamamıyla; Oset, çeçen ve Dağıstanlılardan da ayrı ayrı % 5 - 10 oranlarında olmak üzere 1.500.000 den fazla insan anayurtlarını terk etmek zorunda kalmıştır. “Sürgün” kavramı soykırımı belgeleyen maddi unsurlardan biridir. Aslında “sürgün”, “soykırımın” unsuru olarak varsa, sadece “soykırım” denilip sürgün adı zikredilmese de olur. Nihayetinde soykırıma yönelik bir sürgündür olan ve soykırım başlığı zaten sürgünü de ifade eder.

***

Deniliyor ki, “Kafkasya'daki diğer halklar 21 Mayısta anma yapmıyorlar. Onların bu tarihle ilgili bir iddiaları yok.”

Böyle bir gerekçe olamaz. Var olan bir şeye sahiplenilmiyor diye yok muamelesi yapılamaz.

Bugün anılmıyorsa bilmediklerindendir, yarın öğrenir ve anarlar.

Anılmıyor olması olgunun içeriğini yok etmez.

Sonra, Sovyetler Birliği yıkılıncaya kadar anavatanda veya diasporada 21 Mayıslarda kim anma yapıyordu ki zaten?

Hiç kimse.

Hatta ilk yıllarda 21 Mayıs'ları “ceug” yaparak yad edenlerimiz bile vardı ve bu yüzden pek çok keskin tartışmalar yaşanıyordu.

Ama ne oldu? Bugün geldiğimiz noktada herkes günün mana ve ehemmiyetini öğrendi artık.

Gerek anayurtta, gerek anavatanda “10” sayısının sadece birkaç katına tekabül eden insanla yapılan anmalar, şimdi yüzlerce, binlerce kişiyle birlikte yapılır hale gelmiştir.

Ayrıca, Sovyetler yıkılıncaya kadar sürgün terimi de hiç kimse tarafından kullanılmıyor, herkes göç diyordu. Ama bugün herkes “sürgün” kavramını öğrenmiş durumda.

Aynı şekilde, 2000'li yıllara kadar soykırım diyen kimse de yoktu aramızda.

Kimse o “meşum” kelimeyi ağzına almak istemiyordu. Bu yüzdendir ki 2005 yılında düzenlediğimiz uluslararası sempozyumu çok istememize rağmen içinde soykırım kavramı geçecek bir başlıkla isimlendirememiştik. (Aytunç Altındal bile “sakın ha!” diyerek böyle bir sözün bedelini göğüsleyemeyeceğimiz hususunda bizi uyarmıştı.)

Ama zaman terminolojiyi de yerine oturtuyor işte. (Yeri gelmişken hakkı teslim etmek babından, soykırım kavramını sokaklara ilk taşıyanın 2009 yılının 21 Mayısında Rus konsolosluğu önünde düzenlediği eylemle Kafkasya Forumu üyeleri olduğunu belirtmeliyiz.) Bugün artık birkaç “angaje” grup haricinde herkes “soykırım” kavramını rahatça kullanıyor.

Görüldüğü gibi zaman herşeyi hallediyor.

Bugün Kafkasya'da 21 Mayıs anmaları yapılıyor ve sürgünü dillendirebiliyorlar ama birkaç kişi ve birkaç STK dışında hiç kim soykırımdan bahsedemiyor? Ama kimsenin şüphesi olmasın ki, konjonktür uygun düştüğü ilk fırsatta hepsi soykırımı dillendirip lanetleyeceklerdir.

Benzer şekilde, zamanla Kuzey Kafkasya'nın diğer halkları da 21 Mayıs'ın mana ve ehemmiyetini öğrenip, ona göre anma programları düzenleyeceklerdir. Bugünkü duruma bakıp da kimse kimseyi haksız yere yargılamasın ve bütün halklara ait simgeleri “iç etmeye” kalkmasın. Kafkas halkları henüz kendi değerlerini öğrenme ve gündeme getirme sürecindeler ve bu yüzden terminolojileri de yeni yeni oluşuyor.

21 Mayıs 1864 bu simgelerin en önemlilerinden birisidir. Kuzey Kafkasya halklarının soykırımı ve sürgününü simgeler ve öyle de kalacaktır.

Kimse kaptı kaçtıcılık yapmaya kalkmasın.

________________________

(*) Statüde insanlığa karşı işlenen suçun işlendiği zaman konusunda savaş zamanı-barış zamanı ayrımı yapmadan şöyle bir tanımlamaya gidilmiş: “Bir sivil halka karşı genel veya sistematik bir biçimde girişilen saldırılara bağlı ve bu saldırıların bilincinde olarak işlenen aşağıdaki fiiller insanlık suçudur:

a) Adam öldürme

b) Toplu yok etme (Sivil halkın yaşam koşullarını kasıtlı olarak zorlaştırmayı ve her halde sivil halkın bir bölümünün yaşam koşullarını ortadan kaldırmaya yönelik olarak yiyecek ve ilaç girişinin önlenmesini de kapsar.)

c) Köleleştirme (Köleleştirme; gücün kişiler üzerinde mülkiyet hakkı şeklinde kullanılmasını ve özellikle kadın ve çocukların ticaretini de içerir.)

d) Halkın sürülmesi veya zorla nakli (Kişilerin uluslararası hukukun gereklerine aykırı olarak yasal olarak bulundukları yerden sürülmesi veya herhangi başka zorlayıcı eylemleri kullanarak oradan uzaklaştırılmasıdır.)

e) Uluslararası hukukun temel ilkelerine aykırı olarak hapsetme veya fiziki özgürlükten başka şekillerde ağır bir biçimde yoksun bırakmak

f) İşkence (Yasal olarak verilen cezaların kişide yarattığı acının dışında, gözaltında ya da sanığın kontrolü altında bulunan kişilerin kasten fiziki ve manevi acılara, ıstıraplara sevk edilmesidir.)

g) Irza geçme, cinsel köleleştirme, fuhşa zorlama, hamileliğe zorlama, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıkta diğer cinsel zorlamalar

h) Siyasi, ırkçı, ulusal, etnik, kültürel, dinsel ya da cinsel sebeplerle, ya da uluslararası hukukta kabul edilemez olarak benimsenen evrensel başka ölçütlere bağlı olarak herhangi bir gruba veya belirlenebilir bir topluluğa zulmetme

i) Kişilerin zorla kaybettirilmesi (Kişinin hukukun korumasından uzun bir süre uzak tutulması kastıyla devletin veya siyasi organizasyonun emriyle, desteğiyle veya göz yummasıyla yakalanması, alıkonması veya kaçırılması ve devamında bu özgürlüğün kısıtlandığının reddedilmesi veya bu kişilerin nerede olduğuna ya da akıbetlerine dair bir bilgi verilmemesidir.)

j) Ayırımcılık suçu (İnsanlığa karşı suç olarak sayılan eylemlere benzer ağırlıkta olup örgütlenmiş sistematik bir baskı rejiminin sonucu olan eylemlerle, bir ırk grubunun diğer ırk grubu veya grupları üzerinde bu rejimin sürdürülmesi amacıyla yapılan eylemlerdir.)

k) Fiziki bütünlüğe ya da fizik ya da ruh sağlığına ağır kayıplara ya da büyük acılara bilinçli olarak sebep olacak diğer insanlık dışı eylemler.”