Demokratikleşme Paketi ve Çerkeslerin Durumu

Bizim açımızdan madalyonun iki yüzü var. Birincisi, hakları elinde tutan ve dağıtan devletin tavrı; ikincisi de kendi durumumuz ve takındığımız tavırdır.

önce madalyonun birinci yüzüne bakalım.

***

ünlü Kürt sanatçı Şivan Perwer anlatıyor:

“İlk kez 1976 yılında Ankara’da sahneye çıktım. O zaman Gazi üniversitesi’nde matematik okuyordum. Kürt kökenli milletvekillerinin düzenlediği bir gecede spontane çıktım. İstanbul’da yaşayan Kürt kökenli bir türkücüyü davet etmişlerdi, Atakan çelik. Sahneye çıktıktan sonra seyirci Kürtçe parçalar söylemesini istedi. çelik de, “xazale xazale” diye başladı ama Türkçe devam etti. Bu zoruma gitti. Arkadaşlara “Bana bir saz bulun, sahneye çıkmak istiyorum” dedim. Bazı arkadaşlar çok sevindi, bazıları Kürtçe söylemenin tehlikeleri için beni uyardı. Dedim, “ne olursa olsun, getirin sazı!”. Şivan Perwer diye beni anons ettiler. Ben sahneye çıktım ve dedim ki, “Size gerçek ‘xazale’yi söyleyeceğim. ‘Xazale’ Kürtçe bir türküdür...” Beş-altı Kürtçe parça okudum, salon coşkudan ve heyecandan yıkıldı. Polis beni almak istedi ama arkadaşlar beni arka kapıdan çıkardılar. Kaçırdılar yani.

Sonra Viranşehir gecesi yapıldı, sonra bir Hakkari gecesi oldu. Rahmetli Ahmet Arif de katılmıştı; Rahmi Saltuk vardı. Aynı durum yaşandı. Polis tertip komitesini zorluyor, beni istiyor. Sahnenin önünü arkadaşlar tuttu, polisin beni almasına engel oldular.  Bazı arkadaşlar gözaltına alındı, beni yine kaçırdılar.

Son konserim Urfa Suruç’ta oldu. Jandarma, polis bütün kapıları tuttu. Rahmetli Muhterem Biçimli de vardı. O konser dolayısıyla tutuklandı ve uzun yıllar hapishanede kaldı. Polisler bu sefer beni kaçırmak istemiyorlardı. çare kalmayınca, arkadaşlar sinemanın bir duvarını yıktılar, bir gedik açtılar; oradan kaçtım. Geceyi tarlaların arasında geçirdik. Hem biz kimsenin başını belaya sokmak istemiyorduk, hem insanlar baskılardan dolayı korkuyorlardı. Ertesi sabah bir akrabama haber verdim, belediye fen işleri müdürüydü; geldi, beni arabasıyla aldı, sınıra götürdü. Sonra mayınlı tarlalardan geçip Suriye’ye çıktım. Oradan Almanya’ya geldim.”

Benim kasetlerimi, albümlerimi dinledikleri için birçok insanın başı belaya girdi. İşkence gördüler, hapse atıldılar hatta öldürüldüler… “Yasak” sözcüğünün ne anlama geldiğini en iyi ben bilirim herhalde…”   

***

Bu ülkenin insanları Şivan Perwer’in anlattıklarına benzer yüzlerce, binlerce örnek yaşadı. Eğer bunları hafızamızdan siler, yok sayarsak, Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Eylül’de açıkladığı “Demokratikleşme Paketi”nin getirdiklerini doğru anlamlandıramayız. Olguları anlamlandırabilmek için ölçülebilir hale getirmemiz, kıyas edebileceğimiz nirengi noktaları, yani röperler oluşturmamız gerekir. Ancak bu kıyası yapabiliyorsak açıklanan paket için “iyi” veya “kötü” nitelendirmelerinde bulunabiliriz.

İktidarın, demokratikleşme yolunda attığı adımlar, mevcut şartların elverdiği ölçüdedir. Yani devleti yönetenler aracın hızını yol şartlarına göre ayarlıyorlar. Yoldaki taşlar temizlendikçe  ancak vites büyütebiliyorlar.

Nitekim geçen yıl ortaokullarda kaldırılan öğrenci andı uygulamasının bu yıl da ilkokullarda kaldırılması bunun açık bir delilidir.

Aynı şekilde, eskiden tamamen yasak olan yerel anadiller için 2002 yılında “sadece özel kurs açılabilme” izni verilmişken; 2004’te kısa süreli tv yayınları başlamış; 2009’da ise 24 saat tv yayına geçilmiştir. Geçtiğimiz yıl bir ileri adım daha atılarak anadiller “Farklı dil ve lehçeler” adı altında seçmeli ders olarak okullara girmiştir.

Bu yeni paket ise “Anadilde eğitim yapılamaz” yasağını resmen kaldırarak, “özel kurumlarda anadilde eğitimi serbest” bırakmaktadır.

Olayları birbirine bağlayabilenler bunun gelinebilecek son nokta olmadığını da kolayca göreceklerdir. Nitekim Başbakan’ın “Şimdiye kadar yaptığımız reformları nasıl bir son nokta olarak görmediysek, bu paketi de bir son nokta olarak görmeyeceğiz ve “Gönül isterdi ki, 11 yıl önce bir tek paketle bütün özgürlüklerin önünü açalım. Ama Türkiye siyasetinin buna müsait olamadığını milletim gördü. Bugün de görüyor, yaşıyor. çözümsüzlüğün siyaset tarzına döndüğü bir ortamda reform yapmak zordur. Karşımıza çıkan çok büyük dirençlere rağmen reformlara sahip çıktık.” sözleri pek çok şeyi özetlemektedir.

***

Vicdanlı olmak önemlidir.

Vicdanını kaybedenin adalet duygusu da kaybolur. “İktidara çakmanın dayanılmaz cazibesine” kapılmadan hakkaniyetli bir değerlendirme yapacak olursak geldiğimiz nokta dünden iyi ve ileri bir noktadır. Bu demek değildir ki Türkiye’nin bütün sorunları kökten çözüldü. Hayır çözülmedi ama ortaya koyulan irade çözüleceğine dair umut vaad ediyor.

Ben arkasının geleceğine, her şeyin daha iyi olacağına inanıyor, bu konuda kendimi “yetmez ama evet” diyenler safında konumlandırıyorum.

Tabii bu arada farklı yaklaşımlar olabileceği gerçeğini de kabulleniyorum. Daha radikal, daha maksimalist olanlara diyecek fazla bir sözüm yok. Elbette her zaman, her şeyin daha fazlası istenebilir; ama elde edileni de yok saymamak hakkaniyet icabıdır.

***

Ancak dediğim gibi madalyonun bir de ikinci yüzü var.

Bu ikinci yüzde görünen o ki, çerkeslerin acil sorunu daha az veya daha çok demokratik hakka sahip olmak değildir; çerkeslerin sorunu, verilen hakları kullanmak için kendilerini harekete geçirecek bir kolektif iradelerinin kalmamış olmasıdır.

Demokratik açılım süreçlerinde atılan her adım çerkeslerin bu büyük sorununu biraz daha açığa çıkarıyor. Asıl konuşmamız gereken de bu.

Konuyu bir sonraki yazımızda ele alalım.